Bazen maddenin peşine o kadar çok düşüyoruz ki manamızı, ruhumuzu unutuyoruz. Doğa’ya bakmıyoruz. Sistemi anlamaya çalışmıyoruz. Yani aslında tatlı uykumuzda rüyalarımıza devam ediyoruz. Daha iyi bir kariyer, daha çok maaş, en iyi çocuk, en güzel saçlar derken neden buraya düşürüldüğümüzü ve aslında Öz’ümüzü unutuyoruz. Aslında bunu yaparken de yine kendimiz için değil başkaları için yapıyoruz. Onunkinden daha iyi bir evim var, benim çocuğum daha başarılı… Halimize şükretmeyi bile başka birinin yoksunluğu üzerinden tatmin edecek kadar da kibirliyiz aslında. Toplum içinde kendimizi üstün görmek en tatmin olduğumuz konu. Burada peki suçlu biz miyiz yoksa bizim böyle düşünmemizi söyleyen toplum mu? Ortada bir suçlu var mı? Hangisi iyi hangisi kötü? Kime göre iyi kime göre kötü? Bunun kararını kim veriyor?
Unutmayın ki cennetimiz de cehennemimiz de vicdanımızdır. Vicdanınız rahat mı? Bir adım geriye gidip hayatınıza baktığınızda mutlu musunuz? O mutluluk sizin mi yoksa öğretilen mi? En iyi kariyer sizde olduğunda tatmin olacak mısınız? Sizi bu hayatta en çok ne tatmin edecek? Bunları hiç düşündünüz mü?
Bu dolunay aslında kimliğimizi fark etmemize destek sağlayacak bir sürece işaret ediyor. Fakat buradaki kimlik ve varoluş tamamen bizim özümüzle ilgili. Özünüz ne? Başkalarından kabul görmek için kurban olmak mı yoksa gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak mı?
Son sözü Mevlana ile bitirmek istiyorum.
“İçini dışından daha çok süsle; çünkü dışın halkın, için hakkın baktığı yerdir.”